29 Ocak 2012 Pazar

Asil Bir İçecek Olarak: Rakı

  Henüz yaşım, yolun yarısında bile değil. Bu yüzden bu hassas konuda haddimi biliyorum ve eleştirilere en baştan hak verip, önünüzde saygıyla eğiliyorum.


Rakı Güzeldir, Kıymetini Bilin
  Yazıya bu vurucu cümleyle başlamak istiyorum sevgili dostlar. Beğenmeyen kişi ya hiç içmemiştir rakıyı, ya yanlış şekilde içmiştir ya da yeterli ağız tadına ulaşamamıştır henüz. Yine de rakı içmeyen genç bünyelerden işittiğim, "çok içmek istiyorum ama..." ile başlayan cümleleri duymak sevindirici. Kimse yanlış anlamasın, kastım alkolün güzel bir şey olduğunu anlatmak değil asla ama içen varsa da asil olanı, doğru olanı, hakeden içkiyi içsin. Tüm çabam bundan ibarettir.

Diğer Alkollülerle Karıştırmayın
  Az önce belirttiğim gibi rakı asil bir içecektir. ona hakkını vermek gerekir. Rakının olduğu masada vodka- vişne ya da malibu gibi "light" içecekler içmek ayıpların en büyüğüdür.
  Rakı uzun bir tarihe ve zorlu bir yapım sürecine sahiptir. Sadece bu yüzden bile saygıyı hak eder. Onunla aynı masada iken biraz daha batılı takılan kesim "kaliteli sek bir viski", çoluk çocuk kesimi ise "Türk birası" içebilir. Bunların dışındaki alkollü içeceklerin tüketilmesi hoş karşılanmaz, karşılanamaz.


Muhabbet olmadan rakı olmaz
  Rakının bir numaralı ve olmazsa olmaz mezesidir muhabbet. Bir dost, yılla+
dır görmediğiniz bir kafa dengi, ya da sevgili masanın karşısında oturmadıkça masada, kadehler tokuşmadıkça ne anlamı var rakı içmenin. İşte rakı bu yüzden özeldir. Eş dost olmadan, tek başına içilmeyen tek içkidir. Masada tek bir kişi varsa ağır konular konuşulur. Efkarlanılır. Masa kalabalıksa neşeli, gırgırlı, şamatalı muhabbbetler masadan eksik edilmez. Bir yeni rakı reklamı da muhabbet konusunu güzel özetliyor, insanı hüzünlendiriyor:


Sofra çok önemlidir
  Evet 1 numaralı meze muhabbet ama 2 numara da çok elzem, o da sofra. Efendim rakı dediğimiz içecek öyle adi içecekler gibi sadece fındık fıstıkla ya da patates cipsiyle içilmez, mide bulandırır. Rakı eğer evde içilecekse sofrası kurulmaya sabahtan başlanır. Humus için nohutların kabukları soyulurken, haydari için süzme yoğurt arayışına girilir. En güzel, yağlı ve sert beyaz peynir tek tek tadılarak satın alınır. Meyvesi, sebzesi göz zevkini de okşayacak şekilde ince ince doğranır. Bulunabilirse taze balık, bulunamazsa kırmızı et güzelce hazırlanır. Hele mangal yakmak münkünse değmeyin keyfe. Belki güzel bir manzara da bulunur işte o an,  zamanın durduğu keyifin konuştuğu vakittir.


Rakı suyla ya da sek içilir
  Görüyoruz duyuyoruz rakıya onu bunu karıştıranları. Yanlış efendim yanlış. Nedeni ise şu şekilde. Rakıya katılacak seyrelticinin rakının aromasını bastırmayacak, rengini bozmayacak, kısacası rakıdan baskın olmayacak bir sıvı olması gerekir ki rakı, rakı olsun. Bu özellik sadece suda mevcuttur.
 Öyle yumuşak içimlidir ki meret, her katkıdan etkilenir, her katkı öyle ya da böyle tadını bozar. Azıcık şalgam damlatsak ya da maden suyunu boca etsek gibi eylemler içime zarar verecektir. Böyle içileceğine hiç içmemek uygundur.


Şartlardan biri de kaliteli müzik
  Bu cümle yanlış anlaşılmasın. Ortalıkta süper bir geyik yada seviyeli bir sohbet dönüyorsa illa ki müzik elzem değildir elbette. Ancak eğer bir müzik dinleme ihtiyacı ortaya çıktıysa,  işte o müzik kesinlikle masaya yakışır kalitede ve güzellikte olmalıdır demek istiyorum. İlk tercih tabi ki canlı müzik olmadır. Masa masa gezen bir fasıl ekibi ya da kumsalda çalıp söyleyen gitarcı ergen çocuklar güzel tercih olabilir. Eğer canlı müzik imkanı yoksa o zaman da tabiri caizse "kafa patlatacak" müzikler yerine daha iyi seçimler yapılmalıdır. Güzel bir Türk Sanat Müziği albümü ne de güzel gider. Müzeyyen Senar ablamızın "Duydum ki Unutmuşsun" derken etrafa saçtığı mükemmel ezgi masaya kalite ve efkar katar. Türküler de duruma göre uygundur. Daha hafif ortamlarda ise yerli soft rock parçalar ya da 70ler - 80ler - 90lar yabancı sözlü hafif pop müzik iyi bir alternatif olabilir. İhmal etmeyiniz. Bakınız konuyla ilgili bir yeni rakı reklamı daha:


Racona saygılı olalım
  Her asil iş gibi rakının da kendine özgü bir raconu vardır. Mümkün mertebe özen göstermek gerekir. Bir kere rakı masasında büyüğe saygı esastır. Konuşan üstadın sözü kesilmez, çok bağırılmaz. Yavaş yavaş içilir, içerken tadına varılır. Lezzeti genizde hissedilir bu yüzden, aslan sütü genizden ne kadar ağır akarsa aşağıya o kadar makbuldür. Rakıseverler " rakı masasında zürafa olmak" deyimini sık sık dillendirmektedirler. Ayrıca rakının bir gece içkisi olduğunu da vurgulamadan geçmeyelim.


Kadeh Tokuşturmak
  Bir kere rakı kadehi her dakika tokuşturulmaz. Masanın açılışında "Hoşgeldiniz" anlamında bir kez tokuşturulur, daha sonra masaya katılımlar olduğunda tokuşturmalar devam eder. Ancak gecenin sonuna kadar asla kadeh tokuşturulmaz diye bir varsayım döğru değildir. Yeterli vakit geçtiğinde, muhabbet çok tıkandığında, yeni bir başlangıç için ya da özel bir durumu anmak için pek tabi tekrarlanabilir ama abartılmaz. Kadeh tokuştururken alttan almak en büyük saygıdır. Bu karşındakinin üstadlığını kabul etmek anlamına gelir. Karşı taraf da asaletinden dolayı alttan almaya çalışırsa kadehlerin dipleri tokuşmuş olur ve geceye güzel bir başlangıç yapılır. Sonraki hamlede ise kadeh ağıza götürülmeden dibi masaya vurulur ki, masada bulunmayan dostlar da anılmış, onların yerine de içilmiş olsun.


"En güzel rakı en son içilen rakıdır"
  Rakının lezzeti ve insana verdiği haz içildikçe ve tecrübeyle doğru orantılı olarak artar. Bu yüzden üstadlar hep insanın içeceği en güzel rakının ömrün en sonunda içilen rakı olduğunu belirtmektedirler. Saygı duyulası bu durum ne yazık ki diğer içecekler için geçerli değildir. Bunun en güzel örneği üstad Aydın Boysan'dır. Bakın yılların tecrübesi ne kadar da güzel anlatıyor:


  Derin saygı ve hürmetlerle şerefinize...

24 Ocak 2012 Salı

Çocukluğumuzun Özeti: Taso, Göt Kazımaca ve 9999 in 1

Biz de çocuk olduk hem de en güzel zamanında; 90ların hemen başında. O yılların müzikleri gibi çocuk eğlenceleri de, ne eskiden olanlardandı ne de gelecekte hatırlandı. Oysa her biri ayrı bir baş yapıt, ayrı bir efsaneydi. Video oyunları kültürüyle sokak kültürünü beraber yaşayan tek nesildik. O kadar çok şey var ki! En azından unutulmayanları özet geçip nostalji yapalım diyorum:

    1) Atari: O zamanlar atari kavramı 3 değişik şeyi kapsıyordu:
    * Birincisi "kara kutu" lakaplı en eski model, kasedi pek bulunamayan hafızasındaki 500 oyunla idare edilen muhteşem atari. Uzun, 2 tuşlu, siyah joysticki hala efsanedir.
    *İkincisi Mario'lu, Tusubasa'lı, bildiğimiz Star Trek. Nasıl çalıştığı günümüz bilim adamlarımızca hala çözülememiş ördek vurma tabancası  vardır. Ayrıca kasetlerinin birçoğu 9999 in 1 isimlidir. İçlerinde 1111er tane mario, soccer, tennis, kolpa bir F1 vb 9 tane oyun mevcuttur ama bu oyunlardan birisi güzel ve değişik olduğu için bu kasetler ısrarla alınır.
    *Son olarak tabi ki "para tuzağı" lakaplı atari salonları. Bu salonların sahipleri genelde belalı, korkunç ve kısa boylu adamlar olurlar ve atari yeni kredi açsın diye makineyi yumruklayıp, tüm tuşlara başan elemanları dövmekle görevlidirler.
 Bu atariler her 3 jetondan birini yutar, patronlar ise buna hiç inanmak istemezler. Kasanın önünde küçük çaplı arbedeler yaşanır. Tabii "geçiverem mi" deyip elinizden kolu alıp ilk bölümde ölen çocuğu ve dövüş oyununun son turundayken pisliğine jeton atıp sana rakip olup oyun bitirmeni engelleyen çocuğu da görmezden gelemeyeceğimiz açıktır.


    2)Tasolar: Tasolar çocukların kendi aralarında kurdukları kapitalist düzenin banknotu gibiydiler. Evine ekmek getirebilmek için erkenden dışarıya çıkan çocuk ya tasolarına yenilerini ekler, ya "ütülür", ya başkasıyla ortak olur, ya da son parasıyla çift tasolu cips bulmak için bakkaldaki tüm cipsleri mıncıklar.
 Tabi taso sektörü de zamanla gelişti, yenilendi.: İlk olarak piyasaya sürülen taso ve tazo isimli Looney Tunes karakterlerinin yerlerini üstü Pokemonlu Taso, Taso2, Taso3, Taso TV, Uçan Taso, Dev Taso, Digimonlu Taso, Dinazorus Taso gibi farklı modeller aldı. Hala bir kısmını saklarım, ütülmek isteyen gelsin!

    3)Sporcu Kartları: Türk çocuğunun futbolcuya olan aşkını gören bir garip firma bu fırsatı değerlendirdi ve içinden sakız çıkan sporcu kartları üretti. Agustine Okocha'dan, Yordan Letchkov'a, Fenerbahçe formalı Feyyaz Uçar'dan, Gocha Cemarauli'ye nice efsaneler geçti o kolpa kartlardan. Bu kartların içinden bir tane de ufacık çıkartma çıkar ve çıkartma albümünü tamamlayınca bisiklet almaya hak kazanılırdı. Tabi yapımcı şirket bunun da önlemini almış: Şimdiye kadar hiç kimseye Moldovan çıkartması çıkmadı, dolayısıyla kimse bisiklet alamadı.(Ben aldım diyen varsa Moldovan'ı göstersin inanayım.) Sporcu kartlarının karaborsaya düştüğü zamanlarda ise bu boşluğu kibrit kutusu ve gripin üzerindeki ağlayan kadın pozu doldurmuştur. 2000lere doğru gidildiğinde sporcu kartlarının yerini pahalı Panini futbolcu çıkartmaları ve albümleri aldı.

    4) Gazoz Kapağı: Kim akıl etti bilmiyorum ama bir ara kendimi parklarda, çay bahçelerinde yerden gazoz kapağı toplarken buldum. Biriktirilen kapaklar özenle ezilir ve oynamaya uygun hale getirilirdi. En populer kapaklar Bixi Cola, Meysu, Sprite ve Yedigun olanlardı.

    5) Bilyeler: Camgöz, cicoz, cici, gülle, misket... Bu sözcüklerin hepsi tekbir şeyi tasvir ediyor, bilyeleri. 90ların oyuncaklarından belki de tek bir şeye benzeyeni. Camı, renklisi, demiri, büyüğü, miniği ve dobisiyle tam bir takımdır.

    6) Kağıt Bebek: 90larda sadece kızlara özel diyebileceğimiz bir konsept ürün. Kartından bir bebek seti ve bunların üzerine iliştirilen kağıttan kıyafetler. Tüm olay buydu ama çok tuttu. Hatta bazıları tasarım yeteneklerini konuşturup el emeği göz nuru, kuru kalemle boyanmış kendi tasarımlarını yarattı. Ha büyüyünce modacı mı oldular derseniz pek zannetmiyorum.

    7) Barutlular: Belki de en tehlikeli tür ama en eğlencelisi aynı zamanda. Herbiri birer suç aleti. Genel olarak 4 grupta incelenir.
    *Kızkaçıran: Adının değişikliğinden midir bilmiyorum ama en çok bilinenidir, aynı zamanda en kolpasıdır. Fitilini yakarsın, Fiyuuuh diyip sağa sola sıçrayarak seker gider. Bi numarası yoktur.
    *Füze: İçlerinde en artistik olanıdır. Yuvasını eğimli bir yüzeye yerleştirirsin. alttan tutuşturursun. Kendine özgü sesiyle bir fırlar bulutları deler geçer, gözden kaybolur.
    *Torpil: Bildiğin bombadır. Yakarsın patlar, yerde çukur açar. şişeye koyup çamura gömersen çamur 2. kat balkonuna kadar sıçrar. Elinde patlasa elini deler, o derece. İşte bu yüzdendir ki, en sevilendir..
    *Çatapat: Bir kağıdın üzerinde kiremit rengi dizilmiş tırnak kadar parçalar görürseniz işte o çatapattır. Üstüne taşla vurursun çatapat eder. Bunları yicecek zannedip, yiyip ölen bebeler de ölmüştür.

    8)Şaka Oyuncakları: En zor bulunan oyuncaklar şaka oyuncaklarıdır her zaman. Kaşıntı ve hapşuruk tozları, çaya atıldığında içinden kurtçuk çıkan küp şeker, çektiğinde içinden hamamböceği çıkan vivident sakız en populerleridir. Tam ortasına beton çivisi girmiş başparmak, içinden su çıkan yüzük diğer alternatiflerdir. Bol kıllı kara tarantulayı ve patlayan sigarayı saymıyorum bile.

    9) Çekiliş: Eskiden mahalle bakkalları vardı. O bakkallarda da çekiliş. Hangimiz çekilişten kolpa bir hediye kazanmadık ki. En uyduruk hediye ufak büyüteç, en afilli hediye ise Müzik kutusu ya da sanal bebekti.

    10)Elektronik El Oyunları: Japonya'dan gelen inanılmaz bir furyaydı. 3 önemli çeşidi vardır:
    *Sanal Bebek: Ne güzel şeydi o be. Herkesin anahtarlık boyunda bir sanal bebeği vardı bir zamanlar. Normal bebekten, hertürlü hayvan haşerata herşeyi besleyip büyütebiliyordun. Bebeğini aç, susuz bırakmış çok caninin bebeğini son anda ben kurtardım. Benim bebeğim ise 20 yaşına geldiğinde askere gitti ve bir daha geri dönmedi, hala içimde uktedir. Ne diyelim: "Vatan Sağolsun"
    *Gameboy: İlk zamanlar sadece zengin çocuklarında vardı, sonra birden yokolup gittiler. Hiç fakir çocuklarında olmadılar. Süpersonik bir cihazdı. Altından oyun kasedi falan yerleştiriliyordu. Nintendo işte o yıllarda hayatımıza girmeye başladı.
    *Tetris: Geçen gün japon pazarında 2.5 tl'ye gördüm hemen aldım ama bozuk çıktı. 23. levelden sonra kendini resetliyor. Bir üzüldüm, bir ağladım... Neyse bunu anlatmama gerek yok çünkü bilmeyen de yok.

    11) Solo Test: Ufak yuvarlak bir kutu, üstünde bilmem kaç tane delik ve bu deliklere takılan piyonlarla oynanır. Bu piyonları birbi üstünden atlatıp toplamak suretiyle, sonunda 1-9 arası piyon kalır. Az bırakmak iyidir. 1 bırakırsan Bilgin, 9 bırakırsan Beyinsiz olursun. Ben bilirim bu oyunda ne beyinsizler doktor, mühendis, tüccar oldu; heheyt.
 
    12) Tabanca: Biz çocukken racon kesmezdik efendiler, kafa keserdik. Pek olmadı gerçi ama... Bu tabancalar 2 çeşittir:
    *Mantar Tabancası: 6 patlar şeklindedir. İçinde ufacık ufacık barut bardır. Bunlar patlar, çat çut ses çıkarır. İşin garibi bu tabancaların ucunda bir de kırmızı tıpa bulunur. Tıpa, bu silahların gerçek olmadığını göstermek için mi, yoksa ucundan birşeyler çıkma ihtimali olduğu için mi vardır bilmiyorum, çünkü tıpayı çıkarmaya hiç cesaret edemedim.
    *Boncuklu Tabanca: Çok Fenadır. Şarjörü 14 boncuk alır. Hele boncuklar kulağına isabet ederse tatmadığın acıları yaşarsın. Mahallenin kabadayı çocukları bunlarla, hunharca ateş ederler.

    12) Lazer: Hala kullanan var mı bilmiyorum ama herkes en az bir kere derste hocanın poposuna tutmuştur. Bebeler genelde balkonlarından aşağıdan geçenlerin gözüne sıkmak suretiyle eğlenirler. Nah yapan, yıldız çıkaran ya da güneşlenen kız imgesi çıkaran başlıkları mevcuttur.

    13)Köy Bakkalı Ürünleri: Tabir biraz geniş oldu ama bu kadar çeşiti başka bir maddede birleştiremezdim:
    *Sigara Sakız: Dışı bildiğin Camel ya da Marlboro. Kağıdını soyduğunda sakız. Sonrada sigara içme yaşı 8'e indi. İner tabi.
    * Leblebi tozu: Hooh diye bi nefes çekersin genzin, burnun falan hep tıkanır, bildiğin ölüm tehlikesi. Ama tadı da çok lezzetli be abi.
    *Oralet: Bildiğimiz sıcak suyla yapılan değil yalnız. Uzun ince poşette olup, emmek için yapılmışlardan olacak. Tabi ucu ıslandığı an oralet keyfi de mundar olur. Bu sefer ucunu kesersin, o zaman da yarısı çöpe gider. Ne kötü icattı ya.
    *Üçgen Poşette Kolonya: Kızlar pek severdi bunu. Parmak ucu kadar poşetlerde renk renk olur bu kolonyalar. Patlatır, yüzüne sürer, rahatlarsın.
    *Patlayan Şeker: Ağzına atıldığında fena patlardı bu toz şeker. Tabi bazı ucuz taklitleri beklentileri karşılamazdı o ayrı.

    14) Sokak Oyunları: Aslında bu kısım ayrı bir yazı konusu olacak o yüzden çok kısa geçiyorum. Biz 90lar çocukları Göt kazımaca oynayıp, gözümüzü eşin dostün götünü kazımaya dikerdik, Simit oyununda ise "Simiitt" diye nefesi tükenene kadar bağıran çocuk birini yakalamaya çalışır, nefesi yetmezse de tekme tokat dövülürdü. Tabi ortamda kız varsa yakalambaç ve şişe çevirmece her zaman vazgeçilmez olmuş oyunlardandırlar.

 Evet sözün bittiği yerdeyiz arkadaşlar. Özet geçelim dedik, kocaman bir yazı oldu. Daha sayfalarca anlatılacak şey var ama artık bi daha ki yazılarda devam ederiz. Hepimiz 90larız, hepimiz susam sokağı çocuklarıyız. Kıymetimizi bilelim. Bizden başka yok, olmayacak. I love 90s.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Anahtar Kelimeler: Galatasaray, Cimbom, Uefa, Azer Bülbül, Altın Kafa

5-6 yaşındaydım. Hatırladığım tek şey yaşlı  amcaların beni Fenerbahçeli yapmak için binbir çeşit dil dökmeleriydi. Hiç başaramadılar. Ben hep Galatasaraylıydım. Kendimi bilmeye başladığım zamanlarda ilk yaptığım şeylerden biri televizyondan Galatasaray maçlarını izlemek oldu. Galatasaray formalarının üzerindeki Show Tv reklamını da, Marshall reklamını da çok net hatırlıyorum. Sarı kırmızı renkler dışında renklere sahip takımlar, sempatik gelmedi hiç bana. Fenerbahçeliler burnu büyük kibirli, beşiktaşlılarsa artiz ve ağır abi gibiydiler. Bizse sıradandık. Egolarımız yoktu. Günlük hayatta görebileceğin güler yüzlü bıyıklı adam ya da taş madenindeki işçi hep Galatasaraylıydı sanki ya da bana hep öyle gelirdi.
Özellikle 1990ların son yılları benim kafamdaki efsane Cim Bom'un oluştuğu yıllardı.Suat Kaya'nın Juventus'a attığı “altın kafa”yı ve Ümit Davala'nın spikeri bile hazırlıksız yakalayan füzesini, Siyahlı sarılı formasıyla Hagi'nin Bilbao'ya attığı mükemmel son dakika golü hiç unutamadım mesela. Herta Berlin Galatasaray maçındaki Berlin'in kalecisi Kiraly'nin giydiği şalvar tipli donunu, ya da Azer Bülbül'ün Galatasaray Marşını da unutamadım garip bir şekilde. Derken 2000 yılı geldi ve efsane zirve yaptı. Efsane bir Şampiyonlar Ligi serüveninden sonunda, grubun son maçı hiç çıkmadı hafızamdan.  Hakan Şükür'ün devleşmesi, son dakikadaki penaltı, Bierhofflu George Weah'lı süper güç Milan'ın Sami Yen'de Cim Bom'a boyun eğmesi... Sonra bir başka efsane olan Uefa yolculuğunun başlaması. Hakan Şükür'ün Bologna'ya, Hagi'nin Dortmund'a, Arif'in Mallorca'ya attığı goller, Emre'nin Leeds maçındaki kırmızı kartı, kaptan Bülent'in finalde sakat sakat oynaması; Davor Suker'in, Patrick Vieira'nın, Popescu ve Ergün Pembe'nin penaltıları nasıl unutulabilir. Kupa kaldırıldığındaki tarifsiz duyguları anlamak bugün bile sadece Galatasaraylıların yapabileceği bir meziyettir.
2001 yılının anahtar kelimeleriyse; Süper Kupa, Rael Madrid, Jardel, Lucescu, Şampiyonlar Ligi Çeyrek finali ve yine Hagi. Daha sonrası ise kimilerine göre çöküş yılları, ban göre ise dev bir dalganın güç toplamak üzere durulması.


Bugün baktığımda ise geriye, Galatasaraylı doğduğuma şükrediyorum. Keşke herkes bu duyguyu tadabilse, keşke herkes Galatasaraylıyım diyebilme şerefini tadabilse. Bana bu güzel gururu, sevinçleri, hüzünleri tattırdığın için çok yaşa Galatasaray. Hep beraber nice başarılara…

2 Eylül 2011 Cuma

Championship - Football Manager Tarihi

Bayanlar baylar diye başlayamıyorum yeni yazıma çünkü konu genelde bayları ilgilendiriyor.(tabii ilgili bayanlar da var az da olsa) Çünkü konumuz bir bilgisayar oyunu, bir futbol menejerliği simülasyonu efsanesi: Championship Manager - Football Manager serileri. 12 yaşımdaydım bu oyun ilk dikkatimi çektiğinde. İnanın bana o günden beri(1998in sonları ya da 1999un başları) hiçbir oyununu kaçırmadan oynadım, çok da mutluyum, gururluyum. Yazıda size ilk olarak yetişemediğim cm oyunlarını kısaca özet geçeceğim. daha sonraysa oynadığım heyecanını vaktinde tattığım oyunları kendi hislerimden anlatmaya çalışacağım.
  
   Sonradan Oynama Zevkini Yaşayabildiğim CM oyunları:
  1) Championship Manager 1: Championship Manager efsanesinin doğduğu oyundur. 92/93 sezonu içindir ve diskete sığabilecek büyüklüktedir. İlk olarak Basic diliyle yazılmıştır ve uydurma oyuncular barındırmıştır. Zamanla yapılan güncellemelerle oyun C tabanına oturtulup gerçek oyuncularla bezenmiştir. İlk oyun İngiltere Ligini oynanabilir kılmaktaydı. Fazla ilgi çeken bir oyun olmamasına rağmen küçük bir hayran kitlesi yaratmıştı bile.Sonradan oyunun farklı düzenlemeleri yapılmışıtr.(93/94 güncellemesi,Championship Manager Italy(İtalya Ligi), Guy Roux Manager(Fransa Ligi))


  2) Championship Manager 2: 95/96 seonu oyunuydur. Oyunseverlerin artık cm ismini daha sıklıkla telaffuz etmelerini sağladı. 1. oyundan bariz farklar içeriyordu. Büyük Avrupa Liglerini içeren birçok  versiyonu yayınlandı. Takip ekip eden yıllarda yayınlanan 96/97 ve 97/98 güncellemeleri ile oyuna 9 lig seçeneği ve cdsiz oynama gibi birçok özellik eklendi.

  3) Championship Manager 3: Efsanenin hayran kitlesini iyice belirginleştridiği seridir.15 lig ve 25000 oyuncu barındırmaktaydı.

 Zamanında Oynama Zevkini Tattığım Oyunlar:
  4) Championship Manager 3 (99/00): Cm ile ilk buluşmam bu oyunla başladı. abilerimden, büyüklerimden gördüm. beğendim. ilk önceleri oynamayı denedim ama oyuna başlayamadım bile. pes etmedim, oynadım, öğrendim ama hep orada burada(o zamanlar bizde pc ne gezer.) Oyunda yeterli tecrübeyi sağlayamadan yeni versiyonu çıktı.

  5) Championship Manager 3 (00/01): İşte bu oyunda beni ve birçok futbolseveri çeken bir güzellik oldu ve Türkiye Ligi oynanabilir olarak oyuna eklendi. Özellikle Galatasaray'ın Uefa ve Süper Kupa kazanan efsane kadrosu oyundaydı. Hagi, Jardel, Taffarel li kadro tadından yenmiyordu.4-1-3-2 taktiğinin çok iyi sonuçlar vediğini ve arkaplan olarak Galatasaray resimlerinin de(en dikkat çekeni Arif Erdemli resimdir) kullanıldığını bu oyunda gördük.


  6) Championship Manager 3 (01/02):  Daha önceki cm3 oyunlarına yeni ligler ve küçük yeni özellikler eklanmesiyle ortaya çıktı. Hiç Düşünmeden şunu diyebilirim ki: zamanına göre cm-fm serilerindeki en sürükleyici, en eğlenceli, en güzel oyundur. O kadar sürükleyicidir ki; ben tek bir kariyerde 25 sezon oynadığımı bilirim. Aynı şekilde 70-80 sezon oynayanlara da şahit oldum. CM 01/02 beni adamakıllı internet cafelerle tanıştıran oyun olmuştur. Çanakkale'de hiçbir cafede bu oyun yokken, bir cafeye hergün gelip en az 1 saat oynayacağımı vaadedip bir makinaya kurdurduğum gün dün gibi aklımda. Zamanla beni izleyen gençlik, Counter Strike oynamayı bırakıp, beni izlemeye başlamıştı. Bir zaman sonra 2. pc'ye de kurduk oyunu ve böyle sürüp gitti. Özellikle de amatörce hazırlanan Türkçe dil yamaları oyunun yaygınlaşmasında büyük role sahip oldu. Ağdan rahatça multiplayer oynanabilmesi de oyuna müthiş bir keyif katmıştı. Oyun kısa sürede çok çok büyük kitlelere hitap etmeye başladı. Güncelleştirme paketleriyle sürekli oynanabilir turulan bu oyun bugün dahi oynanır bir çok çevrede.(Tsigalko, Nikiforenko, Aghahowa, N'diaye ve daha nicelerini unutmadık, unutamayız.)

7) Championship Manager 4: CM 01/02'den sonra büyük beklentilerle ve 2 boyutlu maç motoruyla çıktı. Ama kanımca CM3'ler kadar başarılı olamadı. Cusur bir denemeydi. Tamamen yenilenen arayüz ve oynanış çok yadırgandı. Yine de sağlam bir kitleye hitap ettiğini inkar edemeyiz. Şahsen ben, bir süre denedikten sonra CM3'ü resmi olmayan güncelleştirmeleriyle birlikte oynamaya devam ettim. Bugün hala eski kalmış bilgisayarlarda oynandığını biliyorum.

  8) Championship Manager 5: Bana sorarsanız CM'nin hiç akıllara yer etmemiş nadir oyunlarındandır. Gerçekten kötüydü. Oynanabilirlik pek azdı. Yavaştı. Dolayısıyla Pek iş yapmadı ve CM serilerinin çöküşünün habercisiydi.

  9-10-11) Championship Manager 2006, Championship Manager 2007, Championship Manager 2008: Bu 3 oyunu birlikte ele almamın sebebi hepsinin, Sigames ve Eidos ayrılığından sonra, eski serilerin dağıtıcısı olan Eidos'un sadece isim hakkına sahip olarak yaptığı çok başarısız oyunlar olmasıdır. Hayran kitleleri yok denecek kadar azdır. Bu işlerin sadece ismin popülerliğiyle yapılamayacağının kanıtı oldular, silinip gittiler.





  12) Championship Manager 2010: Bizim için önemi Türkçe dil seçeneğiyle beraber çıkması ve Türkiye piyasasına 25tl gibi düşük bir ücretle girmesidir. Bu sebeplerden dolayı satışlarını arttırdı ama yinede istenen seviyeye getiremedi. Oynanabilirlik yine azdı. Sonunda Eidos CM2011 i yapmayacağını ancak piyasaya CM 2012 ile piyasaya döneceğini açıklamıştır.

Football Manger Serisi:
  13) Football Manager 2005: CM'deki kötüleşmeden sonra herkes heyecanla FM aldı ve memnun kaldı. Yeni arayüz beğenildi. Birçok yeni özellik ve gerçekçilik de artı özellikler olarak ortaya çıktılar. Çok sattı ve CM'yi adeta bitirdi.

14) Football Manger 2006: FM 2005'in iyi bir izlenim uyandırdığını gören yapımcılar ufak eklentilerle bu versiyonu piyasaya sürdüler. Oyunun yükselişi devam etti. FM kendini tam olarak kanıtladı. Takım içi konuşmalar gibi özellikler beğenildi.

  15) Football Manager 2007: FM oyunun yapısında büyük değişiklikler yapmadan ilerlemeye devam etti. Öss'ye denk geldi. Çok fazla kurcalayamaıştım. Ama bir gariplik, bir abzürtlük hatırlamıyorum.

  16) Football Manager 2008:  Tekrar uzun zamanlarımı çalmaya başlamıştı FM bu versiyonuyla. Yurtta, evde sürekli oynadığımı hatırlıyorum. Bana özellikle milli takım menejerliği çok eğlenceli geliyordu 2008'de. Fildişi, venezuela gibi küçük ülkelerle büyük işler yapınca zevkten dörtköşe oluyor insan ister istemez.
  17) Football Manager 2009: Oynanabilirliği zorlaştırılan bir FM serisi gibi gelmişti bana. Şampiyonluk gibi başarılar daha bir zordu ama imkansız değildi. Yine de güngeçtikçe daha da bağımlı yapan serinin güzel bir versiyonuydu.

18) Football Manager 2010: 2010 versiyonu bana hep daha zor bir İngilizceye sahip gibi gelmiştir.
Oyundaki konuşma seçenekleri artmıştır, bu da beraberinde daha komplike cümleler getirmiştir.

 19) Football Manager 2011: Şu an bu yazıyı yazarken bile arkada açık FM11. arada açıp continue'ye basıp tekrar yazıya dönüyorum. O derece bir bağımlılık yani. Gerisini siz tahmin edersiniz.

Son Söz: CM-FM büyük bir bağımlılıktır; en büyük eğlencelerden biridir; zafer, hüzün, hırs, gurur gibi duyguları bol bol hissettirir. Gözleri kör eder. Oynadığım en iyi oyundur. Oynayacağım en iyi oyun olacaktır.

Ek: Bir de Elektronik Arts'ın Total Club Manager'ı vardır ki, birçok hayranı olmasına rağmen bence berbattır, hatta son CM'lerden bile berbattır. Abartıdır; menejerin karısı çocuğu bile vardır o derece. Hala çıkıyor mu onu dahi bilmiyorum.
                                                                Görüşürüz...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...